Uzun süredir okumak için aradığı kitabın İzmir'de bir kütüphanede olduğunu duymuştu Ahmet. Birkaç gün içinde trenle Ankara'ya gitti. Kütüphane görevlisine aradığı kitabın adını söyledi.
-'Evet ' dedi kütüphane görevlisi; ''o kitap elimizde mevcut yalnız şu anda içerde bir bayanda. Biraz beklemeniz gerekecek.''
-''Peki''dedi Ahmet; ''Şuracıkta bekliyorum”
Bir süre sonra kütüphane görevlisi geldi ve kitabı masanın üzerine bıraktı.
_''Buyurun'' dedi. Teşekkür etti Ahmet ve heyecanla kitabın sayfalarını çevirmeye başladı.
Ahmet sayfaları çevirirken, her sayfanın altında özenle yazılmış dipnotlar olduğunu fark etti. Bu notlarda yazılan fikirler öylesine hoşuna gitmişti ki artık kitabı okumayı bırakıp bu dipnotları okumaya
başlamıştı. Adeta büyülenmişti. Hemen kitabı alıp kütüphane görevlisinin yanına koştu. Bu notları kimin yazmış olabileceğini sordu.
-''Az önceki bayan tarafından yazılmış olmalı'' dedi kütüphane görevlisi. Ahmet O'na nasıl ulaşabileceğini sordu.
-''Adını, adresini kaydetmiştim'' dedi kütüphane görevlisi.
Adreste, Ayşe'nin İstanbul’da oturduğu yazılıydı. Kendisi gitmek yerine mektup yazmaya karar verdi Ahmet. Mektubunda; okudukları ortak kitapta yazdıklarını çok beğendiğini ve kendisiyle mutlaka
tanışmak istediğini yazdı. Ayşe, Ahmet'e cevaben yazdığı mektupta bir süre mektupla haberleşmek istediğini fakat daha sonra tanışabileceklerini söyledi.
...
Aradan tam iki yıl geçmişti ve Ahmet artık duygularından emindi. Ayşe’ye kendisine âşık olduğunu ve kendisiyle görüşmek için İstanbul'a gideceğini yazdı.
''Peki'' dedi Ayşe ''Öyleyse ben gelirim. Ve kocaman harflerle ''BEN DE SANA ÂŞIK OLDUM'' diye yazdı. Salı günü için sözleştiler. Ayşe kırmızı bir elbise giyeceğini ve yakasına da kırmızı bir gül
takacağını yazdı.
Geçmek bilmeyen günler-gecelerden sonra salı günü gelip çatmıştı. Ahmet koşa koşa gara gitti ve beklemeye başladı. Nihayet tren geldi ve tam ayaklarının önünde açılan kapıdan kalabalık
gruplar halinde insanlar inmeye başladı. Sonra kırmızı elbiseli, masal prenseslerini bile kıskandıracak güzellikte, ışıl ışıl masmavi gözleri olan genç bir bayan inmeye başladı. Ahmet gözlerine inanamadı.
Büyülenmişti. Fakat tam o anda kırmızı elbiseli, şişman, benekli kocaman kırmızı gözlüklü başka bir bayan inmeye başladı. Ahmet’in aklına yakasına bakmak geldi ve yakasında kocaman kırmızı bir gül vardı.
Ne yapmalıydı Ahmet hangisine koşmalıydı.(?)Bir tarafta hayallerini süsleyen, diğer tarafta fikirlerine âşık olduğu kadın duruyordu. Bir an durdu ve düşündü Ahmet. Sonra fikirlerine (beynine)âşık
olduğu kadının yanına gitti.
-''Merhaba Ayşe'' dedi.
''Ayşe mi? Sanırım benzettiniz'' dedi bu genç bayan.
-''Nasıl olur'' dedi Ahmet; ''Sizi yakanızdaki gülden tanıyacaktım.''
-''Haa bu gül mü?'' dedi genç bayan, ''Az önce trenden inen kırmızı elbiseli bayandan almıştım. Sizi garın çay salonunda bekliyor...''
-'Evet ' dedi kütüphane görevlisi; ''o kitap elimizde mevcut yalnız şu anda içerde bir bayanda. Biraz beklemeniz gerekecek.''
-''Peki''dedi Ahmet; ''Şuracıkta bekliyorum”
Bir süre sonra kütüphane görevlisi geldi ve kitabı masanın üzerine bıraktı.
_''Buyurun'' dedi. Teşekkür etti Ahmet ve heyecanla kitabın sayfalarını çevirmeye başladı.
Ahmet sayfaları çevirirken, her sayfanın altında özenle yazılmış dipnotlar olduğunu fark etti. Bu notlarda yazılan fikirler öylesine hoşuna gitmişti ki artık kitabı okumayı bırakıp bu dipnotları okumaya
başlamıştı. Adeta büyülenmişti. Hemen kitabı alıp kütüphane görevlisinin yanına koştu. Bu notları kimin yazmış olabileceğini sordu.
-''Az önceki bayan tarafından yazılmış olmalı'' dedi kütüphane görevlisi. Ahmet O'na nasıl ulaşabileceğini sordu.
-''Adını, adresini kaydetmiştim'' dedi kütüphane görevlisi.
Adreste, Ayşe'nin İstanbul’da oturduğu yazılıydı. Kendisi gitmek yerine mektup yazmaya karar verdi Ahmet. Mektubunda; okudukları ortak kitapta yazdıklarını çok beğendiğini ve kendisiyle mutlaka
tanışmak istediğini yazdı. Ayşe, Ahmet'e cevaben yazdığı mektupta bir süre mektupla haberleşmek istediğini fakat daha sonra tanışabileceklerini söyledi.
...
Aradan tam iki yıl geçmişti ve Ahmet artık duygularından emindi. Ayşe’ye kendisine âşık olduğunu ve kendisiyle görüşmek için İstanbul'a gideceğini yazdı.
''Peki'' dedi Ayşe ''Öyleyse ben gelirim. Ve kocaman harflerle ''BEN DE SANA ÂŞIK OLDUM'' diye yazdı. Salı günü için sözleştiler. Ayşe kırmızı bir elbise giyeceğini ve yakasına da kırmızı bir gül
takacağını yazdı.
Geçmek bilmeyen günler-gecelerden sonra salı günü gelip çatmıştı. Ahmet koşa koşa gara gitti ve beklemeye başladı. Nihayet tren geldi ve tam ayaklarının önünde açılan kapıdan kalabalık
gruplar halinde insanlar inmeye başladı. Sonra kırmızı elbiseli, masal prenseslerini bile kıskandıracak güzellikte, ışıl ışıl masmavi gözleri olan genç bir bayan inmeye başladı. Ahmet gözlerine inanamadı.
Büyülenmişti. Fakat tam o anda kırmızı elbiseli, şişman, benekli kocaman kırmızı gözlüklü başka bir bayan inmeye başladı. Ahmet’in aklına yakasına bakmak geldi ve yakasında kocaman kırmızı bir gül vardı.
Ne yapmalıydı Ahmet hangisine koşmalıydı.(?)Bir tarafta hayallerini süsleyen, diğer tarafta fikirlerine âşık olduğu kadın duruyordu. Bir an durdu ve düşündü Ahmet. Sonra fikirlerine (beynine)âşık
olduğu kadının yanına gitti.
-''Merhaba Ayşe'' dedi.
''Ayşe mi? Sanırım benzettiniz'' dedi bu genç bayan.
-''Nasıl olur'' dedi Ahmet; ''Sizi yakanızdaki gülden tanıyacaktım.''
-''Haa bu gül mü?'' dedi genç bayan, ''Az önce trenden inen kırmızı elbiseli bayandan almıştım. Sizi garın çay salonunda bekliyor...''
1 yorum:
gerçekten çok etkiliyci okurken zevk aldığımı söyleye bilirim:)
Yorum Gönder