22 Ağustos 2011 Pazartesi

''SEN'' ''BEN''DEN GEÇERKEN

EY! YOLUMUN YOLCUSU! 
Sen bana gelirken; sarp yollardan virajlardan geçtin... Kar da gördün boran da... Geldin... Ne bir adres sordun ne yolunu şaşırdın... Geldin... Bana geldin; benim yoluma... Engeller yoktu; koymadım oysa ne bir ışık ne bir işaret... Trafik desen imkansız...

Ey! YOLCU!! Aşılmaz yolları aştın, gelinmez dedim geldin de; düz yolda mı şaşırdın yolu? Düze kadar mıydı?

Şimdi nereden çıktı bu kural bilmezlik bu acele?
İyisi mi yolcu; sen YİNE beni dinle...
Sevgi caddesi bitince sana dönersen yol çıkmaza giriyor... Sen gel bir 'u' dönüşü yap... Saygı sokakta bekliyor olacağım...
 DÖNEMEYECEKSEN DE BEKLEME YAPMA...

Öznur HEDİK

19 Ağustos 2011 Cuma

MASKELERİN ARDINDAKİLER

Onlar biraz başkadırlar... Aynı dili konuşur, aynı havayı teneffüs ederiz. Aynı kültürün mirasçısı hatta kimi zaman aynı ailenin bireyleri bile olabiliriz. Ama aynı değilizdir işte... 


Dar kalıplara sığdırılmaya çalışılan; geniş fikirli insanlar. Nefes alamadıklarına; boğulur gibi çırpınışlarına tanık olmuşuzdur çoğu zaman... Biliriz...Anlarız... 


Başkaları tarafından çizilen sınırlarda yaşamanın; hep başkaları gibi olmaya (değilse de benliğini açığa vurmamaya)çalışmanın zorluğunu anlarız... Anlarız (...) da onlar kadar asi olabilmeyi bir türlü beceremeyiz işte... Biliriz ve onlar gibi olamadığınız için ısrarla onları da kendimize benzetmeye uğraşırız... Kolay olan budur çünkü... Diyemeyiz... ben: .....ben.... ''BEN''im işte ''SEN'' olamam ki...

Öznur HEDİK

BOŞLUKTA

 Alıp başımı gidebilsem diyorum; sessizliğin sakinliğine... Sesten, herkesten uzak,yalnız...Öylece susup kendimi dinlesem...''Kendini dinlemek...'' İşte buna hiç fırsat veremiyorum...içimde bir telaş bir kargaşa... Aklım başka söylüyor, kalbim başka... Bense bir o yana bir buyana savrulup duruyorum... Bütün bunları düşünmeyeceğim bir yer olmalı.. 


Sessiz, kimsesiz... öyle bir yer ki yoktan ibaret... Hiç bir şey, hiç kimse olmamalı..Zaman durmalı..
Gitmeliyim...Alıp başımı gitmeliyim...
Belki de kendimi bile dinlememeliyim...Evet dinlememeliyim ... aklım susturmaya çalışırken kalbimin sesini...Ne aklıma uymalıyım ne de duymalıyım kalbimin /SESSİZ ÇIĞLIK/ larını...Ya da kalmalı; boğulup ölmeliyim kendi kalabalığımda...

Öznur HEDİK

16 Ağustos 2011 Salı

HAYALE KANAT ÇIRPAN UMUTLAR

Bugün  hayallerimle randevum vardı.. Gelmediler... Olsun be... Kırılmadım; küsmedim onlara... Nasıl olsa bir gün mutlaka gelecekler biliyorum... Gelecekler.
 Haber edin demişler kuşlara; ona deyin ki: ''Ne kadar ısrarla, tutkuyla, özlemle beklerse bizi; o kadar bayram olacak gelişimiz.''

Bu gün kuşlar buradaydı... Pencereme konup sonsuzluğu, özgürlüğü fısıldadılar bana. "Sakın vazgeçme" dediler hayal etmekten. Onlarda sana kavuşacağı günü bekliyorlar.
En sadık dostum: UMUDUM ve BEN hayatımıza sokulacakları günü bekliyoruz. Hayallerimin kökleri umutlarım. Onları hep taze tutuyorum. Çünkü biliyorum; UMUTLARIM KIRILIRSA HAYALLERİM SOLAR!!

Öznur HEDİK

VAR ve YOK ARASINDAYKEN

Tanıdık bir ses duymanın, bildik bir yüz görmenin, alışık olduğunuz bir limana gemi misali sığınmanın özlemi kapladı mı hiç benliğinizi?
Bilir misiniz ne korkunç bir yalnızlık duygusuna dönüşür bu özlem? Bir ses bazen ne denli yakınlaştırır geçmişi.. Eskilerden bir ses alır götürür sizi yaşanmışlıklara.. Belki de yarım kalmışlıklara... Ya da hiç yaşayamamışlığın çaresizliğine..Sessizliğine...Kimsesizliğine...
Bekliyorken aslında tam da ne istediğinizi bilmeden..
Öyle eski anıları düşünürken;gözlerinizin önünden akıp gidenlere, geçiyordum uğradım der gibi...

Tarifi imkansız bir boşluk ya da sarhoşluk hallerindeyken...O sesle irkildiğiniz oldu mu?Bir varmış bir yokmuş zannederken...
BİR VARMIŞ HEP VARMIŞ dediğiniz???...

11 Ağustos 2011 Perşembe

FİKRİMDE YOLCULUK

Uzun süredir okumak için aradığı kitabın İzmir'de bir kütüphanede olduğunu duymuştu Ahmet. Birkaç gün içinde trenle Ankara'ya gitti. Kütüphane görevlisine aradığı kitabın adını söyledi.
-'Evet ' dedi kütüphane görevlisi; ''o kitap elimizde mevcut yalnız şu anda içerde bir bayanda. Biraz beklemeniz gerekecek.''
-''Peki''dedi Ahmet; ''Şuracıkta bekliyorum”
Bir süre sonra kütüphane görevlisi geldi ve kitabı masanın üzerine bıraktı.
_''Buyurun'' dedi. Teşekkür etti Ahmet ve heyecanla kitabın sayfalarını çevirmeye başladı.
Ahmet sayfaları çevirirken, her sayfanın altında özenle yazılmış dipnotlar olduğunu fark etti. Bu notlarda yazılan fikirler öylesine hoşuna gitmişti ki artık kitabı okumayı bırakıp bu dipnotları okumaya
başlamıştı. Adeta büyülenmişti. Hemen kitabı alıp kütüphane görevlisinin yanına koştu. Bu notları kimin yazmış olabileceğini sordu.
-''Az önceki bayan tarafından yazılmış olmalı'' dedi kütüphane görevlisi. Ahmet O'na nasıl ulaşabileceğini sordu.
-''Adını, adresini kaydetmiştim'' dedi kütüphane görevlisi.
Adreste, Ayşe'nin İstanbul’da oturduğu yazılıydı. Kendisi gitmek yerine mektup yazmaya karar verdi Ahmet. Mektubunda; okudukları ortak kitapta yazdıklarını çok beğendiğini ve kendisiyle mutlaka 
tanışmak istediğini yazdı. Ayşe, Ahmet'e cevaben yazdığı mektupta bir süre mektupla haberleşmek istediğini fakat daha sonra tanışabileceklerini söyledi.
...
Aradan tam iki yıl geçmişti ve Ahmet artık duygularından emindi. Ayşe’ye kendisine âşık olduğunu ve kendisiyle görüşmek için İstanbul'a gideceğini yazdı.
''Peki'' dedi Ayşe ''Öyleyse ben gelirim. Ve kocaman harflerle ''BEN DE SANA ÂŞIK OLDUM'' diye yazdı. Salı günü için sözleştiler. Ayşe kırmızı bir elbise giyeceğini ve yakasına da kırmızı bir gül 
takacağını yazdı.
Geçmek bilmeyen günler-gecelerden sonra salı günü gelip çatmıştı. Ahmet koşa koşa gara gitti ve beklemeye başladı. Nihayet tren geldi ve tam ayaklarının önünde açılan kapıdan kalabalık 
gruplar halinde insanlar inmeye başladı. Sonra kırmızı elbiseli, masal prenseslerini bile kıskandıracak güzellikte, ışıl ışıl masmavi gözleri olan genç bir bayan inmeye başladı. Ahmet gözlerine inanamadı.
Büyülenmişti. Fakat tam o anda kırmızı elbiseli, şişman, benekli kocaman kırmızı gözlüklü başka bir bayan inmeye başladı. Ahmet’in aklına yakasına bakmak geldi ve yakasında kocaman kırmızı bir gül vardı.
Ne yapmalıydı Ahmet hangisine koşmalıydı.(?)Bir tarafta hayallerini süsleyen, diğer tarafta fikirlerine âşık olduğu kadın duruyordu.  Bir an durdu ve düşündü Ahmet. Sonra fikirlerine (beynine)âşık 
olduğu kadının yanına gitti.
-''Merhaba Ayşe'' dedi.
''Ayşe mi? Sanırım benzettiniz'' dedi bu genç bayan.
-''Nasıl olur'' dedi Ahmet; ''Sizi yakanızdaki gülden tanıyacaktım.''
-''Haa bu gül mü?'' dedi genç bayan, ''Az önce trenden inen kırmızı elbiseli bayandan almıştım. Sizi garın çay salonunda bekliyor...''  

Öznur HEDİK

DANANIN KUYRUĞU

Bir şeyler eksik veya yetersiz olduğunda yapılacak şeyler vardır. Eksik olan şeyi üretebilir veya ödünç alabiliriz. ‘Dil’de de böyle olmuyor mu?
Bir kelimenin eksikliğinde veya yetersizliğinde kavramı karşılayacak kelimeyi üretmek yerine ödünç almıyor muyuz çoğu zaman?

Garip olan bir şeyler yok mu sizce de? Aslında kimse bize hadi buyurun dilimizi kullanın demiyor. Biz ihtiyacımız olduğu için tamamen kendi irademizle yapıyoruz bunu... 

Ya da şöyle mi demeliyim acaba? Başka çaremiz de yok zaten mecbur kalıyoruz bir yerde.
Aman ha sakın ola dilimize yabancı sözcükleri sokmayalım diyen amcalar biraz komik olmuyor mu? Sen canın istediğinde istediğin kelimeyi alacak, utanmadan sanki kendi malınmış gibi eğip bükecek, kendi ünlü uyumuna bile uyduracaksın; bu da yetmeyecek yeni şeklini TÜRKÇE sözlüğüne koyup karşısına anlamını bile yazacaksın. Sonra da vay efendim dilimiz yozlaşıyor yok efendim gençliğin dili bozuldu diyeceksin. Yok yaaa… ''Bu ne perhiz ne lahana turşusu'' demezler mi adama?
Kavramlara (soyut-somut) karşılık bulamayıp tabir-i caiz ise kelimeleri çalarak gençliğin önüne koyanlara, aynı yolu takip ederek yabancı sözcükleri canının istediği gibi kullanan yeni neslinde söyleyecek sözü var elbette…

KLAVUZU KARGA OLANIN BURNU...

Öznur HEDİK

KADIN OLMAK

İsminizden önce cisminizin kararı verilir. Eğer erkek olma şansına eriştiyseniz kolay kolay vazgeçilmez olursunuz. Her şeye rağmen kalabilmeyi başarmışsanız anne rahminde eğer; çok kolay hayat dediğin...

Kadın olmak nedir ki? Yeryüzünde yapılabilecek en kolay iş... Sürekli amcalara,teyzelere pipinizi göstermek zulmünü hiç yaşamazsınız...Kadın olduğunuz o gün;erkekliğe ilk adımı atıklarında yapılan onca meşekate gerek yoktur .öyle görkemli kutlamalara bile gerek yoktur.Yapacağınız tek şey sessizce hayatınıza devam etmektir..


Doğurgan olabilmenizde, dünyanın en kutsal unvanını alabilecek olmanızda anne olabilecek olmanızda kutlanacak bir şey yoktur çünkü... Alt tarafı anne olacaksınızdır işte...
 
Anne olmak nedir ki? Alt tarafı dünyaya bir erkek getirecek, koruyup kollayacak, besleyip büyütecek, vakti geldiğinde onu başka bir kadına emanet edeceksiniz. Erkek,  erkek olabilsin diye yaratıldınız çünkü... Hepsi bu...

Ne giyeceğinizi, nasıl oturup kalkacağınızı, nerede konuşup nerede susacağınızı, ne zaman güleceğinizi, hatta gülüp gülmeyeceğinizi, okuyup okumayacağınızı, hadi okudunuz
 
çalışıp çalışmayacağınızı, hadi çalışıyorsunuz kazandığınız parayı nasıl harcayacağınızı, evlenip evlenmeyeceğinizi hatta kiminle evleneceğinizi, ne zaman kaç çocuk sahibi olacağınızı.
Düşünmenize bile gerek yoktur. Nasıl olsa birileri sizin yerinize karar vermiştir. Siz bir şekilde yaşayıp gidersiniz...

Biz kadınına SULTAN unvanı verip, koca imparatorluğun yönetiminde söz sahibi yapmış bir ecdadın torunlarıyız aslında. Oysa şimdi kendi hanesinde bile söz sahibi olamayan kadınların olduğu bir ülkede kadın olmak zor.  Ama en zoru da KADIN OLAMAMAK...

Öznur HEDİK

Gri Kelebek sitesinin tüm hakları Öznur HEDİK'e aittir.
İzin alınmadan ve kaynak göstermeden alıntı yapılamaz!


Paylaş!

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites